Dünyanın Çivisi Çıktı: Ukrayna İşgalinin Düşündürdükleri…

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 24 Şubat günü şafak vakti yaptığı açıklamayla Rusya’nın süreklilik kazanan Ukrayna tehdidi nedeniyle kendisini güvende hissedemediğini, gelişemediğini ve bekasını sürdüremediğini ileri sürerek “özel bir askeri operasyon” başlattığını duyurdu: Rusya’nın amacı zorbalık ve soykırım tehdidi altındaki halkları korumak ve Ukrayna’daki militarizasyon ve Nazileşme sürecini sonlandırmaktı. Haftalar öncesinde Ukrayna sınırı, 2014 yılında ilhak edilen Kırım ve Belarus (Beyaz Rusya) topraklarına yığılan yüzbinlerce askerin katılımıyla Ukrayna işgal edilmeye başlandı.

Rus ordusu, büyük asimetrik üstünlüğüne rağmen sahada ısrarlı bir direnişle karşılaştı ve savaş öncesinde kurmayların hayallerini kurduğu hızlı zafer gerçekleşmedi. Ukrayna ordusu dağılmadı, darbe yapmadı, muhalifler ayaklanmadı, Rus ordusu şehirlerde çiçeklerle karşılanmadı. Siyasal düzlemde, Rusya’ya karşı önce mahcup çekince ve ihtiraz kayıtları ile başlayan uluslararası tepkiler beklenmedik bir hızla alevlendi ve Rus ekonomisini hedef aldığı iddia edilen acımasız yaptırım kararları ortaya çıktı. AB üyesi ülkeler art arda yeni silahlanma programları, bütçeden silahlanmaya daha fazla kaynak ayırma kararları açıklamaya başladı. Yaptırımlar, ABD ve Avrupa sivil toplumunda da geniş bir destek görmüş gibiydi. Orkestralar repertuvarlarından Rus bestecilerine ait besteleri çıkarıyor, Rus kökenli akademisyenlerin sözleşmeleri feshediliyor, Rus sporcu ve takımlarına ambargo konuluyor, hatta en son Almanya’daki bir hastaneye Rus ve Belarus hasta kabul edilmiyordu.

Savaşın patlak vermesinin hemen ardından Ukrayna’ya özellikle de asimetrik savaş kabiliyetini büyük ölçüde artıracak bir silah yardımı başladı. Rusya, açık kaynaklara yansıyan haberlere bakılırsa büyük kayıplar veriyor ama işgale kararlı bir biçimde devam ediyordu. Rusya’ya karşı direnişin sembolik ismi olan Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelenskiy, asla teslim olmayacaklarını söylüyordu: Ukraynalılar, Avrupalılar, Avrupa kültürü ve idealleri için ölmeye hazırdı. Savaş daha ilk haftası içinde binlerce kişinin ölmesine daha fazlasının yaralanmasına, milyonlarca insanın mülteci konumuna düşmesine neden oldu. Beyaz ve mavi gözlü oldukları, Hıristiyan oldukları ve Instagram hesapları olduğu için ilk başta Ortadoğulu mültecilere kıyasla daha muteber göçmen görülmüş olsalar bile başta Polonya olmak üzere Ab ülkelerine sığınan mültecilerin sayı arttıkça homurdanmalar da başladı.

Her ne kadar taraflar arasında, sonuncusu Dışişleri Bakanları düzeyinde Antalya’da olmak üzere görüşmeler devam etse de kısa vadede diplomatik bir çözüm beklentisi yok. Öte yandan ne ABD ve Çin gibi etkili ülkeler, ne AB ve Arap Birliği gibi etkili olduğu varsayılan uluslararası örgütlerde herhangi bir diplomatik girişim hazırlığı yok. Hiç kimse Ukrayna’da savaşı durduracak bir adım atmakla ilgileniyor gibi görünmüyor. Herkes yeni bir Soğuk Savaşa hazır ve tarafını seçmiş gibi davranıyor.

Bu yazının temel amacı, Rusya’nın Ukrayna işgalinin ardında yatan nedenlerin yanı sıra esas olarak bu işgale verilen tepkilerin neden çok kısa bir süre içerisinde dramatik bir tırmanış gösterdiğini anlamaya çalışan bazı önerileri tartışmaya açmak. Bu doğrultuda Rusya ve Ukrayna ilişkilerinin daha uzak geçmişe uzanan tarihsel bir analizi önemli olsa da bu yazı kapsamında çok gerilere gitmeye gerek olmayabilir. Bunun yerine Rusya ve Ukrayna ilişkilerinin kırılma noktası olan Sovyetler Birliği’nin (SSCB) dağıldığı ve NATO’nun ve Francis Fukuyama’ya bakılırsa Batı Medeniyetinin zafer ilan ettiği 1988–1991 yıllarına geri dönmek yeterli olabilir.

SSCB’nin dağılmasına giden süreçte temel dönüm noktası, Belarus, Rusya ve Ukrayna’nın Sovyetler Birliği’ni resmen feshederek Bağımsız Devletler Topluluğu’nu (BDT) kurmasıydı. Ancak Ukrayna hiçbir zaman BDT üyesi olmadı. Ülke, daha başta kendisini tarafsız bir devlet olarak konumlandırdı. SSCB’nin dağılmasından sonra ABD ve Rusya’dan sonra dünyanın üçüncü büyük nükleer gücü haline gelen Ukrayna, 1994 yılında elindeki nükleer silahları imha etmeyi ve Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’na (NPT) katılmayı kabul etti. Ukrayna, Rusya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri liderleri, 5 Aralık 1994’te, bunun karşılığında Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına yönelik tehditlere veya güç kullanımına karşı teminat içeren Budapeşte Memorandumunu imzaladı.

2000’li yıllar ise Batı ve Rusya destekli Cumhurbaşkanı adayları arasında siyasi çekişmelere sahne oldu. Bu süreç nihayetinde Turuncu Devrim ile sonuçlandı. 2010 yılında tekrar iktidara gelen Viktor Yanukoviç, Rusya ile daha yakın ekonomik bağlar kurmak amacıyla 2013 yılında Ukrayna-Avrupa Birliği Ortaklık Anlaşması’nı askıya aldı. Bu karar, Euromaidan (Avrupa Meydanı) kitlesel protesto gösterileri ile Haysiyet Devrimi adı verilen süreci ortaya çıkardı. Parlamento 22 Şubat’ta cumhurbaşkanının görevden alınmasına karar verdi. Bu gelişmeler, Ukrayna’da Rus azınlığın nüfusta çoğunluğu elinde bulundurduğu Doğu Bölgelerinde, Donetsk ve Luhansk’ta protesto edildi. Yanukoviç’in devrilmesi Vladimir Putin’i Kırım’ı ilhak etme hazırlıklarına başlamaya ve Donbas ve Luhansk’ta milis gruplarını örgütlemeye ve askeri olarak desteklemeye sevk etti.

Rus Birlikleri Kırım’a girdikten sonra 16 Mart 2014’te bir referandum yapıldı: Resmî sonuçlara göre halkın yüzde 97’si Rusya’ya katılmak istiyordu. Kırım Cumhuriyeti iki gün sonra Rusya Federasyonu’na katılma kararı aldı. Aksi yöndeki Birleşmiş Milletler kararları Rusya tarafından veto edildi. Donbas ve Luhansk bölgelerinde de Rus yanlısı milisler birçok şehirde hükümet binalarını ele geçirdi ve referandum yaptı. Bunun sonucunda Donbas (Donetsk) Halk Cumhuriyeti ve Luhansk Halk Cumhuriyeti ilan edildi. İç savaş başladı.

Ukrayna, 2016 yılında Ukrayna’nın ekonomisini, yönetimini ve hukukun üstünlüğünü AB standartlarına göre modernize etmeyi ve geliştirmeyi ve AB İç pazarıyla entegrasyonu kademeli olarak artırmayı amaçlayan AB Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Bölgesi’ne katıldı. 2017’de Avrupa Birliği, Ukrayna vatandaşları için vizesiz seyahati onayladı.

I. Minsk Protokolü, çatışmaların şiddetini azaltsa da kısa sürede işlevsiz kaldı ve iç savaş tüm hızıyla devam etti. Taraflar bu süreçte birbirlerini protokolü ihlal etmekle suçlayacaktı. Bu süreçte dramatik bir olay dünyanın ilgisini tekrar bölgeye çekti. Malezya Havayolları’nın Amsterdam’dan Kuala Lumpur’a gitmekte olan MH17 sefer sayılı uçağı Rus destekli ayrılıkçılar tarafından düşürüldü. Uçakta bulunan 80’i çocuk, 15’i mürettebat olmak üzere toplam 283 yolcu hayatını kaybetti. Bu trajik olayın bile ateşkes sürecine faydası olmadı.

Savaşın giderek tırmanması tehdidi karşısında Fransa ve Almanya öncülüğünde Minsk II olarak adlandırılan “Minsk Anlaşmalarının Uygulanmasına Yönelik Önlemler Paketi” üzerinde anlaşma sağlandı (Tablo 2). Hollande’a göre bu barış için son şanstı; Merkel ise ABD’nin Ukrayna’nın silahlandırılması önerisinin her şeyi daha da kötüleştireceği kanısındaydı. Ne var ki 2. Minsk Protokolü de hayata geçmedi.

Rus Parlamentosu Rusya 21 Şubat 2022’de Donbas ve Luhansk Halk Cumhuriyetlerini resmen tanıdı. Başkan Putin, ertesi gün Minsk Protokollerinin “artık var olmadığını” ve bundan Ukrayna’nın sorumlu olduğunu ifade etti. Ukrayna işgali başladı.

Özetle, Ukrayna, bağımsızlık ilanını izleyen 30 sene içinde büyük ekonomik, siyasal ve askeri sarsıntılar geçirdi. Bu süreçte lafta Ukrayna’nın tarafsızlığını vurgulayan Atlantik ittifakı ve Rusya, Ukrayna’ya sürekli müdahalelerde bulundu. Rusya, Batı yanlısı siyasileri zehirleme de dahil olmak üzere mutat yöntemlere başvurdu; Donbas ve Luhansk sorunlarına diplomatik bir çözüm aramak yerine milisleri örgütleyerek ve ağır silah sevk ederek iç savaşı tetikledi. Kırım’ı ilhak etti. Almanya ve Fransa liderliğindeki AB, insani bedeli giderek katlanan, on binlerce insanın hayatına mal olmuş krize esasa dair bir çözüm aramaktan ziyade Rus gazının sorunsuz ve makul bir maliyetle AB’ye akmasını önceleyen ‘dondurma’ politikaları geliştirme yoluna gitti. Önceleri, Ukrayna’nın AB’nin ‘yumuşak gücü’ ile Batının bir parçası haline getirilmesi planına sadık kalan ABD, özellikle de Kırım’ın İlhakının ardından Ukrayna’ya silah yardımına başladı.

İşgalden Hemen Önce ve Hemen Sonra

2021 Aralık ayından beri Ukrayna’ya yönelik bir askeri operasyon işareti veren Rusya, Şubat ayı sonunda resmen tanıdığı Donbas ve Luhansk bölgelerine, ‘karşılıklı antlaşmalara dayalı olarak’ asker gönderirken, Batının temel beklentisi krizin bu bölgeler ile sınırlı kalacağı yönündeydi. Ukrayna’ya yönelik topyekûn bir işgal girişimi beklenmiyordu. Nitekim sözgelimi AB’nin verdiği tepkiler ölçülü, beklenen türden kınamalarla sınırlıydı.

ABD ve Rusya, en üst düzeyde yapılan görüşmelerle soruna diplomatik bir çözüm aradı. Rusya görüşmelere, Atlantik İttifakına rağmen ve hatta bazen Atlantik İttifakının bazı üyeleri tarafından aleni olarak desteklenen bir şekilde Libya ve Suriye krizlerinde etki alanını genişletmiş olarak gelmişti. Önce Gürcistan’ın işgali, Abhazya’nın bağımsızlığı ve Kuzey Osetya’nın ilhakı ile periferide ve mahcup başlayan Rus girişimleri, Kırım’ın ilhakı ile başka bir düzeye erişmişti. Rusya, dünyanın dört bir coğrafyasında Atlantik ittifakının gücünü test ediyor, bunun ötesinde Atlantik ittifakı üyesi ülkelerle iki taraflı anlaşmalar yoluyla ittifakın bütünlüğünü sorgulatan girişimlerden bulunuyordu. SSCB’nin eski hinterlandında, Atlantik ittifakının yumuşak gücünün tökezlediği ülkelerde siyasi operasyonlar yapıyor, Suriye ve Libya gibi kadim müttefiki olan ülkelerde doğrudan veya Wagner paralı askerleri yoluyla dolaylı olarak savaşa müdahil oluyordu. ‘İslamcı terörizme karşı savaş’ teması, Libya ve Suriye’de benzersiz bir Batı desteği de sağlamıştı.

Öte yandan ABD, Afganistan’dan utanç verici bir şekilde çekilmek zorunda kalmış, Ortadoğu’daki varlığını tedrici ama hızla azaltmaya çalışan bir ülkeydi. Bir hegemon olarak gerileme dönemine girdiği dile getiriliyordu. Enerjisini artık yükselen Çin tehdidine karşı Güneydoğu Asya ve Uzak Doğuya kaydırma niyetini açıkça dile getiriyordu. Dolayısıyla, Rusya’nın bu görüşmeleri çok ciddiye almadığını söylemek mümkün. ABD, krizin en başından beri Rusya’nın Donbas ve Luhansk ile sınırlı olmayan daha geniş bir operasyon planlandığını iddia etmişti. Buna karşın, Ukrayna’ya acilen tanksavar füzeleri ve omuzdan havaya atılan füzeler gibi hafif silah kategorisinde ve esasen kent savaşında dayanma gücü verecek silahlar sağlamıştı. Bununla birlikte, savaş öncesinde NATO üyesi komşu ülkelere sınırlı sayıda askeri birlik kaydırılması haricinde NATO’yu topyekûn seferber edecek bir girişimde bulunmadı.

İşgal, ABD’nin mutlak hava üstünlüğünü sağlamaya dayalı doktrinine benzer şekilde, Ukrayna topraklarındaki askeri hedeflere yüzlerce uzun menzilli seyir füzesinin fırlatılması ile başladı. Batılı başlayan harekât, çok kısa süre içinde Doğulu bir karakter kazandı. Konvansiyonel silahlara ABD veya Çin’e kıyasla çok daha az kaynak ayırabilen Rusya, birkaç gün içinde güdümlü seyir füzesi stoklarını eritti. Ukrayna Hava Kuvvetleri bir yana, TB2 Bayraktar silahlı insansız hava araçları (SİHA) bile faaliyette kalmıştı. Savaşın başlangıcını izleyen birkaç gün içinde Avrupa ülkelerinden sayısı on binleri bulan füze sistemleri alan Ukrayna, bunu Rus ordusuna karşı çok etkili bir biçimde kullanmaya başladı. Ukrayna, sosyal medyada paylaştığı görüntülerle hem giderek hedef gözetmeksizin, sivil kayıpları ihmal ederek yıkıcı savaş kavramını uygulayan Rusya’nın şehirlerde yarattığı tahribatı hem Ukrayna ordusunun beklenmedik başarılarını dünya sathında dolaşıma soktu. Rus ordusu sahada büyük bir lojistik kriz yaşıyordu. Rus tankları, füze sistemleri, kamyonlar, zırhlı personel araçları yakıtsız kaldığı, arızalandığı veya mürettebatının açlığa dayanamaması nedeniyle yol kenarlarında bırakılıyordu. İşgalin en ikonik simgesi belki de milyonlarca dolarlık Rus askeri araçlarının çiftçiler tarafından traktörlere çekildiği görüntüler oldu.

Bu durum Rus ordusunun büyük bir hesap yanlışı yaptığını gösteriyordu. Rusya, kolay bir zafer elde edeceğini düşünmüştü. Bütün planlar, beş on araçlık küçük birimlere bölünen görev kuvvetlerine girdikleri yerleşim yerlerinde kentin altın anahtarının sunulacağı, bu kuvvetleri gören Ukrayna askerlerinin hemen silah bırakacağı, ordunun üst rütbelilerinin kaçınılmaz sonu düşünerek taraf değiştirip darbe yapacağı öngörülerine dayanıyordu.

Elbette, böyle olmadı. Gönderilen küçük görev kuvvetleri çok kısa sürede imha edildi. ABD ve NATO mahreçli istihbarat sıkıntısı yaşamayan Ukrayna, bir sonraki dalgada gönderilen kuvvetlerin lojistik bağlantısını da hızla keserek yüzlerce tank, zırhlı araç, askeri araç ve füze sistemini yok etti. Görüntülere bakılırsa Rus ordusunun insani kayıpları çok büyüktü. Belki çok daha aşağılayıcı bir gelişme de Rus ordusunun önemli bir tehdit olarak görmediğini, yeni Rus silahlarının, iyi eğitimli mürettebatıyla kolayca bertaraf edeceğini iddia ettiği TB2 Bayraktar SİHA’ların, bizzat kendisine karşı geliştirilmiş hava savunma füzelerini kolayca saf dışı bırakabilmesi oldu. Ukrayna ordusu, TB2’lere ait onlarca görüntü yayınladı; yayınlamaya devam ediyor. Rus ordusu, güpegündüz Ukrayna ordusunun veya silahlı milislerin pususuna düşüyor; özellikle de Kiev ve Harkiv önlerinde büyük kayıplar veriyor. Donbas sınırının hemen ötesinde, Azak Taburu adlı faşist milis örgütü tarafından savunulan/işgal edilen Maripol kentine bile giremiyordu. En gelişmiş gemilerinden birisi, karadan topçu füzeleriyle savaş dışı bırakılıyordu.

Başka bir deyişle, Rus ordusunun Batı ile mukayese edilebilir bir hava kuvvetleri, hassas taarruz kabiliyeti, keşif ve gözetleme kabiliyeti, eğitim düzeyi ve kurmay aklı olmadığı çok belirgindi. Üstelik savaşa götürülen Rus askerlerinin çoğu tatbikata götürüldüklerini zannetmişlerdi ve bir savaşa, özellikle de kültürel ve tarihsel anlamda birçok ortaklıkları olduğu Ukraynalılarla yapılacak bir savaşa hiç hazırlıklı değillerdik. Oysa Ukrayna tarafı daha hazırlıklı görünüyordu.

AB ve NATO’dan askeri kapasitesini gerçek anlamda artıracak sistemler tedarik edemeyen Ukrayna, 2014 sonrası süreçte özellikle Türkiye ile yakın bir askeri ilişki kurmuştu. Türkiye’den MİLGEM sınıfı korvetler, TB2 Bayraktar SİHA ve Roketsan üretimi mühimmat ve Aselsan ürünü modern telsizler satın alan ve bunların bir kısmını ülke içinde üretme planları yapan Ukrayna, SSCB döneminden gelen gelişmiş havacılık altyapısını ve motor teknolojisini Türkiye’ye sunmuştu. Türkiye, gelecek nesil Akıncı Blok II taarruzî insansız hava araçları ve T-929 ATAK II helikopterinde Ukrayna motorlarını kullanmaya karar vermişti. Türkiye’nin yanı sıra İngiltere de özellikle deniz kuvvetleri bağlamında önemli silahlanma projelerinde yer almıştı.

Her ne olduysa savaşın patlak vermesinin ardından başta Rusya’ya yaptırımlar konusunda ölçülü davranan, hatta bazı Rus bankalarının SWIFT sisteminden çıkarılması konusunda epey ayak direyen Avrupa ülkeleri birden çıtayı yükseltmeye başladı. Avrupalılar, Rusya’ya ve Rusya Federasyonu yurttaşlarına, daha ötesi Çaykovski, Dostoyevski gibi dünyaya mal olmuş Rus kökenli değerlere yönelik geniş bir yaptırımlar manzumesini hayata geçirdi. Dahası “altmış yılı aşkın bir süredir Avrupa’da barış ve uzlaşma, demokrasi ve insan haklarının ilerlemesine katkıda bulunduğu” gerekçesiyle 2012 yılında Nobel Barış Ödülü almış olan AB, Ukrayna’ya 500 milyon Euro tutarında askeri yardım yapmaya karar verdi. Bunun hemen ardından, AB ülkeleri, Ukrayna’ya silah göndermeye başladılar. Rus tehdidine karşı silahlanmaya ayıracakları kaynakları büyük oranda artırmaya karar verdiler. Sözgelimi Almanya sadece 2022 yılı için silahlanmaya ek 100 milyar Euro ayıracaktı. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri gündeme geldi. Hatta Finlandiya, İsveç’in aksine bu konuda somut adımlar atmaya karar vermiş görünüyordu. AB ülkeleri, Rus gazına bağımlılığın sona erdirilmesi için ortak enerji politikasının önemini yeniden gündeme getirmeye başladı. Rusya birkaç gün içinde şirketlerinin başında bir Alman şansölyesinin bulunduğu (Gerhard Schröder) bir iş ortağından, Soğuk Savaşı anıştıran bir kamplaşmanın karşı kutbunda yer alan bir düşmana dönüşüverdi.

İşgalden sonra Batı medyası yeni rolüne çok kolay uyum sağladı. Sözgelimi güvenilir ve ciddi yayın kuruluşu BBC’ye göre Ukrayna, Yahudi bir Cumhurbaşkanının yönettiği enerjik bir demokrasiydi. Savaş yıllarında, Batının Ukrayna’da sadece Batı yanlısı siyasilere yumuşak destek vermekle kalmadığı, ülkede zaten sağlam kökleri olan Azak Taburu gibi faşist örgütlenmelerin Turuncu Devrim ve özellikle de Haysiyet Devriminde milis olarak kullanıldığı ve silah ve teçhizat olarak desteklendiği gerçeği örtbas edildi. Örtbas edilen bir başka gerçek ise Ukrayna’nın ağır ekonomik ve siyasi krizler yaşadığı dönemde, yolsuzluk, belirsizlik ve gazın başındaki büyük patron Rusya’yı incitmeme vb. gerekçelerle AB’den gerçek bir ekonomik destek alamaması ve AB’nin barış ve uzlaşma, demokrasi ve insan hakları ilkeleriyle örtüşen bir politika geliştirmemiş olmasıydı. Ukrayna’nın 30 yıla yayılan krizleri, halının altına süpürüldü ve insani bedel hiçe sayıldı. Ukrayna merkezi hükümetinin, faşist milisleri aracılığıyla Donbas ve Luhansk’taki insanlığa karşı suçları gündem bile olmadı. Faşist örgütlenmelerin, Ukrayna’da ırkçılık ve irredantizme dayalı saldırganlığı görmezden gelindi.

AB’nin Ukrayna’ya yönelik ‘bir gün Avrupa ailesinin eşit ve müreffeh bir üyesi olacağı’ vaatleri boştu. Ukrayna, Rus boru hatlarına ev sahipliği yapan ve bir şekilde istikrarlı olması gereken bir ülkeydi. Avrupa ilkelerinin burada geçerli olması gerekmiyordu. Başka bir deyişle BBC’nin enerjik demokrasi dediği rejim aslen yolsuzluk ve hukuksuzluk içinde otokratik bir rejimdi. II Minsk Protokolünde görüldüğü gibi, AB’nin Kırım, Donbas ve Luhansk’ın Rusya’nın bir parçası olması ile bir sorunu da yoktu. Rus gazının istikrarlı ve ekonomik olarak AB’ye akması yeterliydi.

Soğuk Savaş?

Bugün dünyanın dört bir yanındaki halklar Rusya ile Batı arasında yeni bir Soğuk Savaşın başladığına inandırılmaya çalışılıyor. Özellikle de bir şekilde Rusya ile sınırdaş olan veya sorun yaşayan Polonya, Finlandiya, Baltık ülkeleri ve Japonya gibi ülkelerde ama aynı zamanda Almanya gibi merkez ülkelerde bunun toplumsal bir histeriye dönüştüğüne ilişkin belirtiler de var. Nükleer çağın başlamasıyla birlikte Rus atom bombasına karşı, çiftliğinde özel sığınaklar inşa eden paranoyak ruh Avrupa’ya da sirayet etmiş görünüyor. Sığınaklar, nükleer serpinti battaniyeleri, iyot hapları yok satıyor. Batı medyasına hâkim olan hava, Rusya’nın bir süredir atalete giren Batı ülkeleri ve NATO’yu kış uykusundan uyandırarak yeniden ittifak ruhunu canlandırdığı yönünde. Her ne kadar göçmen krizini ve ağır ekonomik yaptırımların Avrupa halkları üzerindeki etkisini dile getirerek bu çılgınlığa son verilmesi gerektiğini söyleyen sesler olsa da bunlar çok cılız, pek kulak veren de yok.

AB ülkelerini uzun yıllar boyunca silahlanma bütçelerini artırma konusunda ikna edemeyen ABD halinden son derece mutlu görünüyor. Önümüzdeki yıllarda AB ve NATO’da, Rusya’nın verili koşullarla asla yanıt veremeyeceği bir silahlanma yarışının başlayacağı öngörülebilir. Öte yandan bu kamplaşmanın sahiciliği ciddi bir sorgulamaya muhtaç.

Soğuk Savaş, spesifik bir terminolojidir ve olmazsa olmaz bileşeni ideolojik ayrımdır. Öte yandan Soğuk Savaş, kendi kamplarının lideri olan ülkelerin ittifaka dahil diğer üyelere sürdürülebilir bir ekonomik, siyasi ve askeri istikrar sağladığı bir dönemdir. Soğuk Savaş terminolojisi, aynı zamanda da kamplar arasında nükleer kapasite ile sınırlı olmayan bir denge hali öngörür. Bu denge, sıcak bir savaşı engeller. Bugün bunların hiçbirisinden söz edemeyiz.

Rusya’nın Atlantik ittifakının, entegrasyonu beceremediği, geri çekildiği veya boş vaatlerle oyaladığı eski SSCB üyesi veya müttefiki ülkelerde etkisini artırma girişimi olduğu aşikâr. Ancak, bunu SSCB günlerini ve kudretini restore etme niyeti olarak açıklamak, Rus medyası ve siyasilerinin kuruntularına rağmen sahadaki gerçekle uyuşmuyor. Rusya’nın Gürcistan’a AB ve NATO üyeliğinin kısa, orta, uzun vadede gerçekleşmeyeceği belirtildikten sonra müdahale ettiği/edebildiği, Kırım’ın ilhakının, AB’nin diplomatik başarısızlığının, ilkesizliğinin ve boş vaatlerinin açık bir sonucu olduğu, Libya ve Suriye müdahalelerinin, AB, ABD ve NATO’nun ortalığı karıştırıp ortadan toz olduktan sonra gerçekleştiğini unutmamak gerekiyor.

Bu nedenle, Rus siyasilerin ve Rus ordusunun Ukrayna seferini planlarken Atlantik ittifakından böylesine bir tepki beklemediği öne sürülebilir. Zira, Ukrayna’da bugün yaşanan krizin esas sorumlusu, Atlantik ittifakının yumuşak gücü olan AB’nin ‘üzerine düşen sorumluluğu’ yerine getirmemesi/getirememesi, başka bir deyişle Ukrayna’da azınlıklara saygılı sürdürülebilir bir siyasal rejim, asgari demokratik standartlar ve ekonomik istikrarı tesis edememiş olmasıdır. ABD’nin Ukrayna’nın Batı ve Doğu arasında yer alan, yüzü Batıya dönük ama NATO üyesi de olmayan tarafsız bir ülke olarak kodlandığı realist okul doktrininden sapması da ikinci önemli etkendir. SSCB’nin sükutundan sonra kapıldığı zafer sarhoşluğu ve güç zehirlenmesi ile dünyayı yangın yerine çeviren ABD’nin, belki de bu yüzden kısa sürede hem hegemonik üstünlüğünü hem aklını yitirdiğini rahatlıkla ileri sürebiliriz.

Ne var ki ABD’nin, AB ve NATO’yu da teşne ettiği güncel Ukrayna politikasının bazı rasyonel temelleri, amaçları olduğunu da teslim etmeliyiz. Öncelikle, Rusya’da Atlantik ittifakının gerileyişini, Rusya’nın zaferi olarak okuyan bir kesimin iş başında olduğunu dikkate almalıyız. SSCB’nin sükutundan sonra ulusal onurları kırılmış Rus halkının pragmatik, pek bir erkek, ilkesiz bir otokrat olan Putin ve ideologlarının yeni Rusya fikrinin etkisinde kaldıkları söylenebilir. Ukrayna savaşının ardından Rusya’da savaş ve nükleer karşıtı tepkiler umut verici olsa da genel eğilimin bu olmadığı anlaşılıyor. Putin, Rusya’ya yeni zaferler kazandıran, ulusal onuru restore eden, Rusya’yı yeniden saygın bir ülke yapan lider. Başka bir deyişle, Rus siyasileri ve Instagram ve Twitter uygulamalarına erişimin kalkması nedeniyle şikayetçi olan bazı İnternet fenomenleri dışında kamuoyunda, Rusya’nın yeni bir Soğuk Savaş’ın antagonistlerinden birisi olması fikri çekici bir fikir. Ukrayna’da savaşa katılan bazı askeri araçlara SSCB bayrağı çekilmesi bunun bir işareti olabilir. Ancak bu aynı zamanda da Putin’in iktidarını sürdürebilmesi için yararlı bir fikir. Ancak tekrarlamak gerekirse bu fikrin sahada bir karşılığı yok. Rusya, askeri, ekonomik ve sosyokültürel olarak Batı ittifakının çok gerisinde. Atlantik ittifakına karşı bir denge oluşturması olası değil. İran, Suriye ve Belarus gibi ülkelerin samimi desteği, Atlantik ittifakının çoktan haritadaki yerini unuttuğu ve aniden yepyeni bir ekonomik kaynak, sözgelimi bir petrol alanı bulunmadıkça da hatırlamayacağı ülkelerdeki etkisi bunun için yeterli değil.

Peki ne oluyor?

AB, ABD ve NATO’nun, Rusya’nın yanlış hesaplarından yararlanmak istedikleri, histerik yaptırımlarının, silahlanma çılgınlıklarının, diplomasiye kıymet vermemelerinin bundan kaynaklandığı öne sürülebilir. Bugün tüm veriler, özellikle de Ukrayna’ya yapılan askeri yardımın niteliği, Ukrayna’nın net bir zafer kazanmasından ziyade Rusya’nın nihayetinde pes edeceği uzun soluklu bir yıpratma mücadelesine hazırlanıldığını gösteriyor. Bunun esasa dair bir göstergesi de ABD ve tek tek NATO ülkelerinin Rusya ile sözgelimi kitle imha silahları kullansa bile savaşmayacaklarını defalarca dile getirmeleridir. NATO’nun Ukrayna üzerinde uçuşa yasak bölge uygulamayacağını açıklaması da bu yönde değerlendirilebilir. Rusya’nın, nihayetinde Ukrayna’da ‘zafer’ elde etse bile Afganistan’la karşılaştırılamayacak ölçüde ağır bir askeri ve ekonomik yıkım yaşaması, siyasi olarak tecrit edilmesi amaçlanıyor olmalı. Bu süreçte insan hayatının, Ukrayna’nın dünyanın tahıl depolarından birisi olduğunu düşününce dünya çapındaki tarımsal etkilerinin, halklar arasında nesiller boyu sürecek husumetin tali bir önemi var elbette.

Rusya’ya diz çöktürmeyi amaçlayan bu stratejinin tüm dünyayı etkileyecek sonuçları olmasını bekleyebiliriz. Örneğin, Rusya’nın, verili koşullarda Ukrayna ile eşzamanlı olarak dünyanın dört bir yanındaki ama esas olarak da Libya, Sahra Altı ülkeleri ve Suriye’deki askeri operasyonlarına devam etmesi pek mümkün değil. Bu durum, AB ve NATO’nun geri çekilirken geride bildik diktatörleri nöbetçi bırakma politikası ile birlikte düşünüldüğünde bölgede çarpıcı bir etki yaratabilir. Öte yandan Atlantik ittifakının iç ilişkilerinde yeni bir restorasyon dönemini başlatabilir. Sözgelimi bir süredir ABD’de dile getirilen “Türkiye – ABD V.02” ya da yeni bir başlangıç fikirleri bunu ima ediyor olabilir. AB, ABD ve NATO, Suriye, Libya ve sair konularda Türkiye ile daha yakın çalışmayı seçebilir. Belki, Rusya gibi bir denge unsurundan yoksun kalan Türkiye, Atlantik politikalarına daha yakın davranmak durumunda kalabilir. Atlantik ittifakı bu konuda Türkiye’de kendisine pek hevesli muhataplar da bulabilir. Öte yandan, Türkiye Suriye, Irak, Libya’da ‘rahat’ bırakılabilir. Kürtler, önemli bir müttefiklerini yitirebilir. ABD ve Türkiye karşısındaki siyasi güçleri kısıtlanabilir.

Bugün AB, ABD ve NATO, esas antagonistlerini Çin olarak görüyor. Başka bir deyişle gerçekten de bir Soğuk Savaş olacaksa bu Atlantik İttifakı ile Çin arasında beklenebilir. Çin hem nicel hem nitel anlamda Rusya’dan çok daha avantajlı bir durumda. Muazzam bir ekonomisi ve üretim gücü var. Rusya ile kıyaslanamayacak ölçüde iddialı bir silahlanma programı yürütüyor. ABD, Avustralya ve Birleşik Krallık arasındaki AUKUS antlaşmasının da gösterdiği gibi ABD kalan enerjisini Çin ile mücadeleye ayırmış gibi görünüyor. Çin’in doğal olmasa bile olası bir müttefikinin, Ukrayna’da yıpranması bu mücadelede ABD’ye ek bir avantaj sağlayabilir. Aynı şekilde, Çin’e karşı belki Batıdan daha fazla Rusya ile iş birliğini güçlendiren Hindistan, Atlantik ittifakına yönelebilir.

Şu hâlde Rusya’nın Ukrayna işgali karşısında kopartılan fırtınanın, histerinin iki temel nedeni olabileceğini önermiş oluyorum. Birincisi, Rusya’nın genişleyen etki alanını daraltarak ülkeyi SSCB’nin sükutundan sonra olduğu gibi Batıya tabi orta ölçekli bir Avrupa ülkesi haline getirmek, Atlantik ittifakının iç ilişkilerini yeniden restore etmek ve Batı kamuoylarını korku ile terbiye etmek. İkincisi ise Çin’i olası bir müttefikinden yoksun bırakmak.

Sonuç

Atlantik ittifakının Rusya’ya diz çöktürmek için Ukrayna’yı Afganistan haline getirme hesapları tutmayabilir. Uygulanan yaptırımlardaki bazı boşluklar, sözgelimi tüm Rus bankalarının SWIFT sisteminden çıkarılmamış olması ve Rusya ile gaz ve sair hidrokarbon alışverişinin devam etmesi, Rusya’ya beklenenden daha uzun süre nefes aldırabilir. İlk günlerde yapılan heyecanlı açıklamalara rağmen AB ülkelerinin, ABD ile kıyaslanabilir bir silahlanma programı sürdürmeleri ya da askerlerini ABD gibi kolayca sahaya sürmeleri pek mümkün olmayabilir. Eski SSCB ile iltisaklı AB üyesi ülkelerin, güvenlik partneri olarak münhasıran ABD’yi seçmeleri ve politikalarını ABD ile uyumlu hale getirmeleri ittifak içindeki mevcut kan uyuşmazlığını daha da derinleştirebilir. Ukrayna işgalinin yarattığı, şimdiden milyonlara ulaşan mülteci sayısı, göç krizini AB içinde kısa zamanda sürdürülebilir olmaktan çıkarabilir ve kalıcı bir kriz haline getirebilir.

Öte yandan, Ukrayna savaşı tek başına NATO ittifakı içindeki sorunları, ABD ve AB gerilimini gideremeyebilir. NATO’nun ittifak ruhunu zehirleyen esas unsur, bir dış düşman yokluğu değil bazı üyelerin ulusal çıkar ve tehdit algısının değişmesi, NATO ve genelde ittifak içindeki konumlarını yeterli veya eskisi kadar vazgeçilmez görmemesi ve diğer üyelerin yeni bir hiyerarşik düzenlemeye karşı mevcut konumlarını korumak istemeleridir. Türkiye bu konuda temel örnektir.

Rusya’nın diz çöktürüldüğü bir senaryo bile nihai kazananın Atlantik ittifakı olmadığı bir sonuç doğurabilir. Rusya, Batı yerine Çin’e yaslanabilir ve ikisi arasında çok daha derin bir tabi olma ve müttefiklik ilişkisi doğabilir. Böylece Çin, topraklarından çok uzaklarda aramak zorunda kaldığı enerji kaynaklarına dolaysız ve ekonomik bir erişim sağlayabilir.

Egemen güçlerin bu jeopolitik itiş kakış senaryolarını anlama çabasının, daha şimdiden on binlercesi hayatını kaybetmiş ya da yaralanmış, milyonlarcası evlerini, işlerini, sevdiklerini geride bırakarak mülteci konumuna düşmüş, bereketli tarlalarına füzeler ve bombalar yağan, şehirleri enkaza dönen dünya güzeli bir ülkeye ve halklarına belki bir faydası olmayacak. Bununla birlikte, anlamadan değiştiremeyiz. Zira, Ukrayna’da süren meydan muharebesinin, sadece Rusya’yı değil, Rusya’yı burada boğmaya çalışanları da ağır bir şekilde yıpratma potansiyeli bulunuyor. Ama daha önemlisi, dünya halklarının barış içinde bir arada yaşama ve insanlığın ortak sorunlarına sinerjik çözümler geliştirme iradesinin ne durumda olduğunu gösteriyor.

ABD’nin hegemonik üstünlüğünü yitirmeye başlaması daha demokratik ve insanlığın ortak çıkarlarını önceleyen, hegemonik değil katılımcı ve dayanışmacı olan yeni bir dünya düzeni arayışı ile sonuçlanacak gibi görünmüyor. Kral, yerini birbirleriyle kıyasıya mücadeleye hazır derebeylerine, başka bir deyişle bölgesel güçlere bırakıyor. Küresel sonuçları çok daha belirleyici ve sert olacak bir sürece girmiş olabiliriz. Dünya ülkeleri, milyonlarca insanın ölümüne, büyük kıtlıklara, doğa felaketlerine, on binlerce türün neslinin tükenmesine neden olması muhtemel yaklaşan iklim krizine karşı insanlık adına bir araya gelmek yerine, birbirlerine karşı üstünlük kurma mücadelesine girişmiş gibi görünüyor. Bunun nükleer bir boyutu da var. Soğuk Savaş’ta nükleer silahlar arasındaki denge sıcak savaşları engelliyordu. Yapılan antlaşmalar, nükleer silahların hiç olmazsa kılıfında durmasını sağlamıştı. Ne var ki bugün yükselen sağ popülizm nükleer seçeneği kullanmakta beis görmeyecek liderler ortaya çıkarıyor.

Bir yanda Trump, ABD içinde bir sivil darbe ile yeniden iktidara gelme hesapları yaparken öte yanda büyük askeri, ekonomik ve siyasi gücü olan ülkelerde her geçen gün benzer fıtrata sahip siyasiler, siyasi hareketler çıkıyor. Güçleri çok daha mütevazı olan ülkeler bile etki alanlarını artırmayı, eski görkemli günlerine dönmeyi arzu ediyor; dişini geçirebildiğini eziyor. Tarih dışı, irrasyonel olmakla kalmayıp barışı, istikrarı ve insanlık değerlerini hiçe sayan, insanlığın bugüne kadar karşı karşıya olduğu en büyük tehdit olan iklim krizinde kılını bile kıpırdatmayan, hatta bunu yeni bir rant kaynağı olarak gören liderler hepimizi büyük bir buhrana götürüyor. Bu nedenle haykırmak gerekiyor, dünyanın çivisi çıktı. Üstelik bunu düzeltmeyi amaçlayan bir hegemon veya bir evrensel muhalefet yok.

Demetevler, 13 Mart 2022

Yorum bırakın